1 Beş Yıllık Kalkınma Planı neden çıkarıldı?

1. Beş Yıllık Kalkınma Planı: Neden Bir Zorunluluktu?

Şimdi şöyle düşün, 1930'ların başındayız. Yeni kurulmuş bir ülkesin, Cumhuriyet ilan edilmiş ama ortada kala kala Osmanlı'dan kalma, çoğu harap olmuş bir altyapı ve savaşlardan yorgun düşmüş bir halk var. Ne sanayi var doğru düzgün, ne tarım modern, ne de insan gücü yeterli. İşte tam da bu noktada, “1. Beş Yıllık Sanayi Planı” (evet, adı Sanayi Planı'ydı, Kalkınma Planı kavramı biraz daha sonra oturdu) neden çıktı, sana anlatayım.

Atatürk ve Cumhuriyet'in vizyonu çok netti: Bağımsızlık sadece siyasi değil, ekonomik olarak da sağlanmalıydı. Dışa bağımlı bir ekonomiyle tam bağımsızlık hayalden ibaretti. Peki bunu nasıl yapacaktın? Bir yol haritası olmadan, derme çatma, günübirlik kararlarla koca bir ülkeyi ayağa kaldıramazdın. İşte bu yüzden, 1933'te yürürlüğe giren bu plan, aslında bir zorunluluktu; bugünkü tabirle, bir "master plan".

Yabancı Sermaye ve Borçlanma Kabusu

Deneyimlerime göre, o dönemde en büyük sorunlardan biri yabancı sermayeydi. Osmanlı'nın son dönemlerinde alınan borçlar, Duyun-u Umumiye denen bir kabusu yaratmıştı. Ülkenin gelirlerinin önemli bir kısmı borç ödemelerine gidiyordu. Cumhuriyet, bu borç yükünden kurtulmaya çalışırken, bir yandan da yeni borçlara bulaşmaktan çekiniyordu. Yani, "parayı basıp istediğimiz gibi yatırım yapalım" lüksü yoktu. Kendi kaynaklarınla, kıt imkanlarla bir şeyler üretmek zorundaydın. Bu da ancak merkezi bir planlamayla mümkündü.

Örneğin, 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı'nın etkileri Türkiye'de de hissediliyordu. İhracat gelirleri düşüyor, tarım ürünlerinin fiyatları dibe vuruyordu. Böyle bir ortamda, dışarıdan sermaye bulmak neredeyse imkansızdı. Olanı da çok yüksek faizlerle alabilirdin ki, bu da geçmişin hatalarını tekrar etmek demekti. Dolayısıyla, "iç dinamiklerle kalkınma" fikri ön plana çıktı. Plan, bu iç dinamikleri organize etmenin tek yoluydu.

Özel Sektörün Yetersizliği ve Devletçilik İlkesi

Cumhuriyet kurulduğunda özel sektör diye bir şey neredeyse yoktu. Evet, tüccarlar vardı, küçük esnaf vardı ama büyük sanayi yatırımları yapabilecek sermaye birikimi ve tecrübe yoktu. Osmanlı'dan devralınan sanayi tesisleri, çoğu basit imalathanelerden ibaretti ve savaşlar yüzünden harap olmuştu. İşte bu boşluğu doldurmak için devletçilik ilkesi devreye girdi.

1. Beş Yıllık Sanayi Planı, bu ilkenin somut bir uygulamasıydı. Devlet, lokomotif görevi üstlendi.

Örneğin, bu plan kapsamında:

  • Kayseri'de bez, Nazilli'de basma, Ereğli'de iplik fabrikaları kuruldu.
  • İzmit'te kağıt ve karton fabrikası, Paşabahçe'de şişe ve cam fabrikası açıldı.
  • Sümerbank ve Etibank gibi kurumlar kuruldu. Sümerbank, planın uygulanmasında kilit rol oynadı. Bu banka, sadece finansman sağlamakla kalmadı, aynı zamanda fabrikaların işletmesini de üstlendi.

Bu fabrikalar, sadece üretim yapmakla kalmadı, aynı zamanda binlerce insana istihdam sağladı ve sanayi kültürü oluşmasına zemin hazırladı. Özel sektörün yapamadığını, devlet yaptı ve yaparak yol gösterdi. Bu, bir nevi "devlet eliyle sanayileşme" hamlesiydi.

Kaynakların Verimli Kullanımı ve Hedef Belirleme

Elinizde kısıtlı kaynaklar varken, bunları nereye, ne kadar harcayacağını bilmek zorundasın. Plansız programsız yapılan harcamalar, israfa ve verimsizliğe yol açar. 1. Beş Yıllık Sanayi Planı, tam da bu noktada, kaynakların en verimli şekilde kullanılması için bir rehberdi.

Plan, hangi sektörlere öncelik verileceğini, hangi hammaddelerin yurt içinde üretileceğini, hangi fabrikaların nereye kurulacağını tek tek belirledi. Mesela, tarıma dayalı sanayi, tekstil ve şeker gibi temel ihtiyaç maddeleri üreten sektörler öncelikliydi. Çünkü bunlar hem halkın temel ihtiyaçlarını karşılıyor hem de yerli hammaddeye dayanıyordu.

Planın hedeflerinden biri de, ithalatı azaltıp ihracatı artırmaktı. Dış ticaret açığı büyük bir sorundu. Kendi kendine yetebilen bir ekonomi yaratmak için, dışarıdan alınan ürünlerin bir kısmını yurt içinde üretmek gerekiyordu. Örneğin, o dönemde Türkiye pamuk üretiyordu ama bez ithal ediyordu. Nazilli Basma Fabrikası gibi tesisler, bu absürt duruma son vermek için kuruldu. Bu sayede, hem dışarıya giden para azaldı hem de yerli katma değer yaratıldı. Bu, bugünkü tabirle "ikameci sanayileşme"nin ilk adımlarıydı ve o dönemin koşullarında oldukça mantıklıydı.