Peygamberimizin bazen yaptığı bazen terk ettiği fiil ve davranışlara ne denir?

Peygamberimizin Bazen Yaptığı Bazen Terk Ettiği Fiil ve Davranışlara Ne Denir?

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in hayatını incelerken dikkatimizi çeken önemli bir nokta var: Bazı ibadetleri, uygulamaları bazen yapıyor, bazen de terk ediyordu. Bu durum, özellikle fıkıh ve usûl-i fıkıh ilminde üzerinde durulan "terk-i evlâ" veya "gayr-i lâzım" kavramlarıyla açıklanır. Deneyimlerime göre, bu meseleyi anlamak, sünneti kavrama biçimimizde derin bir farklılık yaratıyor. Gel, bu konuyu birkaç ana başlık altında daha yakından inceleyelim.

1. Terk-i Evlâ ve Sünnetin Esnekliği

Peygamberimizin bazen yaptığı, bazen terk ettiği fiiller genellikle müstehap (yapılması güzel görülen) veya mendup (tavsiye edilen) kategorisindeki ibadetlerdir. Farz ya da vacip olan bir şeyi asla terk etmemiştir. Örneğin, kuşluk namazı (duhâ namazı) böyledir. Hz. Âişe validemizden rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz bazen duhâ namazı kılar, bazen kılmazdı. Bu, o namazın önemini azaltmaz; aksine, onun farz olmadığını ve ümmetine bir kolaylık sağlandığını gösterir. Eğer her müstehap davranış sürekli yapılsaydı, dinin yükü ağırlaşır, insanlar zorlanırdı. Peygamberimiz, bu fiilleri terk ederek bize, sünnetin bir esneklik ve kolaylık barındırdığını öğretmiştir. Yani, "Bu ibadeti her zaman yapmak zorunda değilsiniz, bazen kılmasanız da olur" mesajını vermiştir.

Bu fiillerin terk edilmesi, o fiilin kötü olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, o fiilin müstehap veya mendup olduğunu, yani yapıldığında sevap kazanılacağını ama terk edildiğinde günah kazanılmayacağını gösterir. Örneğin, cenaze namazında Fâtiha okumak Hanefî mezhebinde sünnettir, Şâfiî mezhebinde farzdır. Ancak Peygamberimizin bazen Fâtiha okuduğu, bazen okumadığı rivayet edilir. Bu, Hanefî mezhebinin bakış açısıyla, o fiilin sünnet olduğunu, yani terk edilebilir bir yönü olduğunu gösterir.

2. Ümmete Kolaylık ve Pratik Uygulamalar

Peygamberimizin bu tür fiilleri terk etmesinin en önemli nedenlerinden biri, ümmetine kolaylık sağlamaktır. Şöyle düşün: Eğer Efendimiz her müstehap amelini sürekli ve hiç aksatmadan yapsaydı, bizler de her müstehap ameli aynı titizlikle yapma zorunluluğu hissederdik. Bu da zamanla ibadetleri birer yüke dönüştürebilirdi. Oysa dinin özünde kolaylık vardır. Örneğin, misvak kullanmak sünnettir. Peygamberimiz misvağı çok sık kullanırdı ama her abdestte veya her namaz öncesinde kullanmadığı da rivayet edilir. Bu, misvak kullanmanın güzelliğini ve sevabını ortadan kaldırmaz, ancak her zaman zorunlu olmadığını gösterir.

Peki, bu bize ne gibi pratik ipuçları sunar? Şunu unutma: Bir sünneti yapamamak, kendini kötü hissetmene sebep olmamalı. Elbette gayret etmeliyiz, ama bazen şartlar elvermeyebilir veya insanlık halidir, aksaklıklar olabilir. Önemli olan, o sünnetin değerini bilmek ve imkan buldukça uygulamaya çalışmaktır. Örneğin, teheccüd namazı sünnettir ve büyük sevabı vardır. Peygamberimiz her gece kılardı. Ama bazen yorgunluktan veya başka bir sebepten dolayı kılamadığı da rivayet edilir. Bu, senin de bazen teheccüd kılamadığında kendini suçlamaman gerektiğini gösterir. Önemli olan niyet ve gayrettir.

3. Yanlış Anlamaları Gidermek: Bid'at ve Sünnet Arasındaki Fark

Bu konu, bazı bid'atlerin ortaya çıkışını anlamak açısından da kritik. Bazı insanlar, Peygamberimizin terk ettiği veya bazen yapıp bazen terk ettiği bir şeyi sürekli ve zorunlu hale getirerek dine yeni bir şey katıyormuş gibi davranabilirler. İşte bu, bid'attır. Sünnetin esnekliğini anlamayanlar, bazen kendi yorumlarını veya alışkanlıklarını dinin bir parçası gibi sunma eğiliminde olabilirler. Örneğin, bir zikri belirli bir sayıya takıntılı hale getirmek ve o sayının dışına çıkmayı haram gibi görmek, sünnetin ruhuna aykırıdır.

Peygamberimizin bu "terk" fiilleri bize, sünnetin belli bir kalıba sıkıştırılamayacağını ve kişisel tercihlere, durumlara göre değişebileceğini öğretir. Örneğin, Peygamberimiz namazda bazen sesli tekbir getirir, bazen sessiz tekbir getirirdi. Bu, her iki uygulamanın da caiz olduğunu ve kişinin o anki durumuna göre tercih edebileceğini gösterir. Bu yüzden, bir arkadaşının yaptığı bir sünneti senin yapamaman veya farklı bir şekilde yapman, onun yanlış olduğu anlamına gelmez. Önemli olan, sünnetin özünü ve amacını kavramaktır.

4. Sünneti Anlamada Fıkıh ve Usûl-i Fıkıh İlminin Önemi

Bu tür incelikleri doğru anlayabilmek için fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerine vakıf olmak çok önemlidir. Bu ilimler, bize nasları (Kur'an ve Sünnet) nasıl yorumlayacağımızı, hüküm çıkarırken nelere dikkat etmemiz gerektiğini öğretir. Peygamberimizin fiillerinin hangi kategoriye girdiğini (farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, mekruh, haram) belirlemek, bu ilimlerin işidir. Rastgele yorumlarla değil, ilmi birikimle hareket etmek gerekir.

Deneyimlerime göre, bu ayrımı bilmek, bizi katı ve bağnaz yaklaşımlardan korur. Herkesin aynı şekilde ibadet etmesini beklemek veya bir sünneti yapmayanları yargılamak yerine, dinin kolaylık dini olduğunu ve her müminin kendi şartlarına göre hareket edebileceğini anlamamızı sağlar. Bu da, ümmet içindeki birlikteliği ve hoşgörüyü artırır. Unutma, sünneti yaşamak bir yük değil, bir lütuf ve kolaylıktır.