Marx a göre kapitalizm nedir?
Kapitalizm: Marx Neler Söylemiş?
Karl Marx'ın kapitalizm tanımı, günümüz dünyasını anlamak için hala geçerli ve yer yer sarsıcı. Deneyimlerime göre, kapitalizm dediğimizde Marx'ın aklında ne vardı, somut olarak konuşalım.
- Sınıf Mücadelesinin Merkezde Olması
Marx için kapitalizmin özü, burjuvazi (üretim araçlarına sahip olanlar - fabrikalar, topraklar, sermaye) ile proletarya (emek gücünü satmaktan başka sermayesi olmayanlar - işçiler) arasındaki bitmek bilmeyen mücadeledir. Bu ikisi arasındaki ilişki, zora dayalı değil, ekonomik bir zorunluluk üzerine kurulu. Burjuvazi, kar etmek için proletaryanın emeğine muhtaç; ama aynı zamanda proletaryanın emeğini mümkün olduğunca ucuza alıp, ortaya çıkan değerden daha azını ücret olarak ödeyerek karını maksimize etmeye çalışır. Bu, her zaman bir gerilim yaratır.
Düşün mesela, bir tekstil fabrikasını. Sahibi olan burjuvazi, makineleri alır, hammaddeleri tedarik eder. İşçiler (proletarya) ise gidip makinelerde çalışır, iplikleri kumaşa dönüştürür. Marx'a göre, bir işçinin bir günde ürettiği değer, aldığı ücretten daha fazladır. Bu aradaki farka "artı değer" der. İşte kapitalistin karı bu artı değerden gelir. Kapitalist ne kadar çok üretim yaparsa, ne kadar çok işçi çalıştırırsa, teorik olarak o kadar çok artı değer elde eder.
Pratik Öneri: Kendi çalıştığın yerdeki işleyişi bir düşün. Ürettiğin değer ile aldığın ücret arasındaki farkı tahmin etmeye çalış. Bu, sana kapitalist sistemin nasıl işlediğine dair somut bir fikir verebilir.
- Üretim Araçlarının Özel Mülkiyeti ve Kaynağı
Kapitalizmin temel taşı, üretim araçlarının özel mülkiyetidir. Yani fabrikalar, topraklar, makineler, bankalar gibi mal ve hizmet üretmek için kullanılan her şeyin az sayıda insanın elinde toplanmış olması. Bu durum, Marx'ın en çok eleştirdiği noktalardan biri. Çünkü bu özel mülkiyet, bir grubun (burjuvazi) diğer grup (proletarya) üzerinde ekonomik bir güç ve kontrol sahibi olmasını sağlıyor. Bu da eşitsizliği derinleştiriyor.
Örneğin, bir şirketin yönetim kurulu kararlarıyla binlerce işçinin işten çıkarılması, kapitalizmin bu yönünü çok net gösteriyor. Sahip olanların kararları, sahip olmayanların hayatlarını doğrudan etkiliyor. Bu mülkiyet, nesilden nesile aktarılarak sermayenin birikmesini ve gücün merkezileşmesini sağlıyor. ABD'de en zengin %1'lik kesimin toplam servetin büyük bir kısmına sahip olması (%40 civarı olduğu tahmin ediliyor), bu birikimin bir örneği.
Pratik Öneri: Etrafındaki büyük şirketlerin sahiplerini veya yönetim kurullarını araştır. Genellikle birkaç ailenin veya az sayıda kişinin belirleyici rol oynadığını görürsün. Bu da, mülkiyetin nasıl yoğunlaştığına dair bir ipucu.
- Rekabet ve Kriz Döngüleri
Kapitalizmin dinamik bir sistem olduğu doğru, ama Marx'a göre bu dinamizm, sürekli bir rekabet ve kaçınılmaz olarak ortaya çıkan kriz döngüleri ile tanımlanır. Her kapitalist, rakiplerinden daha iyi, daha ucuz veya daha fazla ürün satmak için sürekli bir çaba içinde. Bu, teknolojik gelişimi hızlandırabilir, ama aynı zamanda karlılık oranının düşmesine ve işçilerin daha fazla sömürülmesine yol açabilir.
Bir sektörde kar oranları yükseldiğinde, oraya daha fazla sermaye akar. Bu, arzı artırır ve rekabeti kızıştırır. Sonunda, talep yetersiz kalır ve fiyatlar düşer. İşte bu, krizlerin bir nedeni. Üretilen ama satılamayan mallar yığılır, fabrikalar kapanır, işçiler işten atılır. 2008 küresel finans krizi veya COVID-19 pandemisinin tetiklediği ekonomik durgunluklar, bu döngüsel krizlerin modern örnekleridir. Marx'a göre, bu krizler kapitalizmin doğasında vardır ve ortadan kaldırılamazlar.
Pratik Öneri: Bir ürünün fiyatının zamanla nasıl değiştiğini takip et. Özellikle teknolojik ürünler (telefonlar, bilgisayarlar) ilk çıktığında çok pahalıdır, ama zamanla ve rekabet arttıkça fiyatları düşer. Bu, arz-talep ve rekabetin bir sonucudur.
- Yabancılaşma (Alienation)
Marx'ın kapitalizm eleştirisindeki önemli bir nokta da yabancılaşma kavramıdır. Kapitalist sistemde işçi, kendi emeğinin ürünüyle, kendi iş süreciyle ve hatta kendi insan doğasıyla yabancılaşır. İşçi, ürettiği ürünün sahibi değildir, hatta ürettiği nesnenin anlamını bile göremez. Fabrikada sadece küçük bir parçayı yapar, bütün resmi görmez. İş, zorunlu bir görev haline gelir, yaratıcı bir eylem değil. Bu da insanın kendi potansiyelinden uzaklaşmasına neden olur.
Düşün ki, bir araba fabrikasında sadece vida takan bir işçi. Kendi ürettiği arabayı görünce, o arabayla ne kadar bir bağı var? Kendi emeğinin somut bir meyvesini görmüyor, sadece tekrarlayan bir hareket yapıyor. Marx'a göre, bu durum insanda derin bir tatminsizlik ve anlamsızlık hissine yol açar. İnsanlar, hayatlarının büyük bir kısmını geçirdikleri işte kendilerini bulamazlar.
Pratik Öneri: Yaptığın iş sana ne kadar anlam katıyor? Eğer işin sadece para kazanmak için bir araçsa ve sana kişisel tatmin sağlamıyorsa, Marx'ın yabancılaşma tezini yaşadığını düşünebilirsin. Bu hissi azaltmak için ne gibi adımlar atabilirsin, üzerine düşün.