Cumhuriyetten önceki yönetim şeklimiz ne idi?
Cumhuriyet Öncesi Yönetim Şeklimiz: İmparatorluktan Milli Devlete Geçiş
Cumhuriyetimizin temelleri atılmadan önceki yönetim şeklimizi anlamak, bugün sahip olduğumuz sistemin değerini daha iyi kavramamızı sağlar. Köklerimize indiğimizde, karşımıza çıkan en belirgin yönetim biçimi Osmanlı İmparatorluğu'dur. Bu, tek bir merkezden yönetilen, geniş coğrafyalara yayılan ve yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüş bir yapıdır.
Saltanat Sistemi ve Padişahın Rolü
Osmanlı İmparatorluğu'nda yönetim, saltanat esasına dayanıyordu. Bu, devletin babadan oğula veya hanedan içindeki belirli kurallara göre geçen bir yönetim hakkı olduğu anlamına geliyordu. Padişah, devleti yöneten mutlak hükümdardı. Hem devlet başkanı hem de dini lider sıfatıyla geniş yetkilere sahipti. Örneğin, Kanuni Sultan Süleyman döneminde padişahın yetkileri en üst düzeydeydi; yasama, yürütme ve yargı gücünün tamamı teorik olarak ondaydı. Ancak pratikte divan-ı hümayun ve vezirler aracılığıyla yönetim yürütülürdü. Bu sistemde halkın yönetimdeki doğrudan söz hakkı yoktu. Kararlar padişahın iradesiyle şekillenirdi.
Merkeziyetçi Yapı ve Bürokratik Sistem
Osmanlı, oldukça merkeziyetçi bir devletti. Anadolu'dan Balkanlar'a, Kuzey Afrika'dan Ortadoğu'ya kadar uzanan geniş topraklarda, İstanbul'daki padişah ve onun atadığı bürokratlar aracılığıyla yönetim sağlanırdı. Taşradaki valiler ve diğer görevliler, merkeze bağlıydı ve emirleri yerine getirirdi. İmparatorluğun son dönemlerinde, özellikle
- yüzyılda, Tanzimat ve Islahat Fermanları ile birlikte yönetimde modernleşme çabaları başladı. Batı'daki parlamenter sistemlerin etkisiyle bazı değişiklikler yapıldı. Örneğin, 1876'da Birinci Meşrutiyet ile anayasal bir monarşiye geçilerek bir meclis (Meclis-i Mebusan) kuruldu. Bu, halkın seçtiği temsilcilerin de yönetimde söz sahibi olmaya başladığı önemli bir adımdı. Ancak bu süreç kısa sürdü ve sıkıyönetimle sona erdi. Deneyimlerime göre, bu gibi geçiş dönemleri her zaman sancılı olur ve halkın yönetime katılımı zamanla ve eğitimle artar.
Millet Sistemi ve Azınlıkların Durumu
Osmanlı İmparatorluğu, farklı din ve etnik kökenlerden insanları bünyesinde barındıran çok uluslu bir yapıydı. Yönetim anlayışında, dini cemaatlerin kendi iç işlerini büyük ölçüde yönetmelerine izin veren millet sistemi önemli bir yere sahipti. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler gibi topluluklar, kendi dini liderleri aracılığıyla topluluklarını temsil eder ve kendi dini hukuklarına göre yargılanırlardı. Bu, o dönemin koşullarında bir tür hoşgörü ve özerklik olarak görülebilir. Ancak bu sistem, aynı zamanda Müslüman olmayanların devlete karşı bazı yükümlülükleri (örneğin cizye vergisi) olduğunu da içeriyordu. Bu durum, imparatorluğun sonlarına doğru milliyetçilik akımlarının yükselmesiyle birlikte büyük bir sorun haline geldi ve bağımsızlık hareketlerine zemin hazırladı.
Son Dönem Yönetim Deneyimleri ve Cumhuriyet İdeali
İmparatorluğun son dönemleri, özellikle II. Abdülhamid'in istibdadı ve ardından gelen Jön Türkler hareketiyle birlikte siyasi çalkantılarla doluydu. 1908'deki İkinci Meşrutiyet ile yeniden meclisli bir yönetim kurulsa da, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı gibi büyük felaketler imparatorluğun sonunu getirdi. Bu süreçte, halkın büyük kesiminde egemenliğin tek bir kişiye veya zümreye değil, millete ait olması gerektiği fikri güçlendi. Ulusal bağımsızlık mücadelesi ve milli egemenlik vurgusu, Cumhuriyet'in ilan edilmesinde en temel itici güç oldu. Deneyimlerime göre, halkın gücünü ve iradesini temsil eden yönetim biçimleri, uzun vadede daha istikrarlı ve kabul görür.