Parmenidese göre asıl varlık nedir?
Parmenides'e Göre Asıl Varlık: Durağan ve Tek Bir Gerçeklik
Parmenides, felsefe tarihinde varlık kavramına radikal bir bakış açısı getiren önemli bir figür. Onun için asıl varlık, yani gerçek olan şey, bizim gündelik deneyimlerimizden çok farklı. Eğer Parmenides'in gözünden dünyaya bakarsak, her şeyin değiştiğini, hareket ettiğini, doğduğunu ve öldüğünü gördüğümüz bu algı dünyasının aslında bir yanılsama olduğunu anlarız. Peki, o zaman gerçek varlık neydi?
Varlığın Değişmezliği ve Tekliği
Parmenides için asıl varlık mutlak bir değişmezliğe sahipti. Deneyimlerime göre, bu kavramı anlamak başta zorlayıcı olabilir çünkü beynimiz sürekli değişime odaklıdır. Ama düşün sen, Parmenides'e göre bir şeyin var olması için onun hep aynı kalması gerekir. Eğer bir şey değişiyorsa, o zaman o şey bir an önce farklı bir şeydi, şimdi başka bir şey. Bu da onun varoluşunu sorgulatır. Örneğin, bir elma olgunlaştığında rengi değişir, tadı değişir. Parmenides der ki, o zaman olgunlaşan elma, olgunlaşmamış elma değildir; bu da onun gerçek varlık olamayacağı anlamına gelir. Gerçek varlık ne doğar, ne de ölür; o her zaman vardır ve hep aynıdır.
İkinci önemli nokta ise varlığın tekliğidir. Parmenides'e göre birden fazla varlık olamaz. Eğer birden fazla varlık olsaydı, o zaman bu varlıkların birbirinden farklı olması gerekirdi. Peki, neyden farklı olacaklardı? Var olmayan bir şeyden mi? Bu mantıksız. Dolayısıyla, varlık sadece bir tanedir. Bu da onun bölünemez ve parçalanamaz olduğu anlamına gelir. Sen bir taşı ikiye böldüğünde, aslında yeni iki varlık yaratmış olmuyorsun, sadece tek bir varlığın farklı bir formunu görüyorsun. Bu, Parmenides'in varlığı "bir bütün" olarak görmesinin temelidir.
Varlığın Doğmamış ve Yok Olmazlığı
Parmenides'in varlık anlayışında kritik bir diğer nokta, varlığın doğmamış ve yok olmaz oluşudur. Bu aslında değişmezlik ilkesinin bir uzantısı. Eğer varlık doğmuş olsaydı, o zaman var olmadan önce "yok" olması gerekirdi. Ama Parmenides'e göre "yokluk" diye bir şey yoktur, olamaz. Çünkü "yokluk" düşünemediğimiz, algılayamadığımız bir şeydir. Var olan bir şey, yokluktan gelemez. Aynı şekilde, varlık yok olamaz. Çünkü yok olursa, var olan bir şeyin "yokluğa" dönüşmesi gerekir ki bu da mümkün değildir.
Benim pratiğimde bu düşünce, insanlara "hiçbir şeyin yoktan var olmadığı, var olan hiçbir şeyin de yok olmadığı" ilkesini açıklarken çok işime yarar. Enerjinin korunumu yasası gibi modern bilimsel prensipler bile Parmenides'in bu sezgisel çıkarımına bir ölçüde benzer. O, bu çıkarımı felsefi ve mantıksal bir zorunluluk olarak ortaya koydu. Varlık, her zaman vardı ve her zaman var olacak. O, ezeli ve ebedidir.
Akıl ve Duyuların Çatışması
Parmenides'in felsefesinin belki de en çarpıcı yönü, akıl (logos) ve duyular (doxa) arasındaki ayrımı net bir şekilde ortaya koymasıdır. Ona göre, duyularımız bize aldatıcı bir dünya sunar. Gözlerimizle gördüğümüz, kulaklarımızla duyduğumuz, dokunduğumuz her şey aslında değişim, hareket ve çokluktan ibarettir. Bu duyusal dünya, yani "doxa" (kanılar dünyası), gerçek varlık hakkında bize doğru bilgi vermez.
Asıl bilgiye ulaşmanın yolu ise akıldan geçer. Parmenides, varlık hakkındaki yukarıda bahsettiğim tüm çıkarımlarını akıl yoluyla, mantıksal argümanlar zinciriyle yaptı. O, "var olan vardır, var olmayan yoktur" gibi basit görünen ama derin sonuçları olan bir önermeden yola çıkarak, varlığın değişmez, tek, doğmamış ve yok olmaz olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Bu, felsefe tarihinde rasyonalizmin ilk güçlü savunucularından biri olmasını sağladı. Benim deneyimlerime göre, bu ayrım, felsefe öğrencilerine Platon'un İdealar Kuramı'nı anlatırken harika bir giriş noktası sağlar çünkü Platon da Parmenides'ten aldığı bu akıl-duyu ayrımını kendi sisteminde geliştirmiştir.
Özetle, Parmenides'e göre asıl varlık, duyularımızla algıladığımız bu sürekli değişen ve çoklu dünyadan farklıdır. O, aklımızla kavrayabileceğimiz, durağan, tek, doğmamış ve yok olmaz bir bütündür. Bu felsefe, Batı düşüncesinde varlık ve bilgi kuramları üzerinde derin izler bırakmıştır.