Ülkenin hükümdar ve ailesinin ortak malı sayılması ne demektir?
Ülkenin Hükümdar ve Ailesinin Ortak Malı Sayılması: Bir Dönem Anlayışı
Senin de aklına takılmış olabilir, "ülkenin hükümdar ve ailesinin ortak malı sayılması" ne demek? Bu ifade, özellikle Orta Çağ Avrupa'sında ve bazı Doğu medeniyetlerinde görülen feodal sistemin temel taşlarından biriydi. Günümüzdeki ulus devlet anlayışından çok farklı bir mülkiyet ve yönetim biçimine işaret eder. Gelin, bu kavramın ne anlama geldiğini, neden böyle olduğunu ve sonuçlarını somut örneklerle inceleyelim.
1. Ülke Bir Miras Olarak Görülüyordu: Babadan Oğula Geçen Topraklar
Deneyimlerime göre, bu anlayışın temelinde, ülkenin bir hanedanın kişisel mülkü gibi algılanması yatar. Tıpkı bir çiftçinin tarlasını, bir esnafın dükkanını çocuklarına bırakması gibi, krallar da yönettiği toprakları ve üzerindeki insanları kendi mirasları olarak görürlerdi. Bu durum, özellikle Frank Krallığı'nda ve Kutsal Roma İmparatorluğu'nun ilk dönemlerinde belirgindi.
- Örnek: Frank Krallığı'nın Bölünmesi: Şarlman'ın torunları, 843 yılındaki Verdun Antlaşması ile imparatorluğu üç parçaya böldüler. Bu bölünme, sanki bir ailenin miras paylaşımı gibiydi. Batı Frank Krallığı (Fransa), Orta Frank Krallığı (kısa ömürlü bir bölge) ve Doğu Frank Krallığı (Almanya) ortaya çıktı. Bu, ülkenin kişisel mülkiyet gibi bölünebildiğinin en çarpıcı kanıtlarından biridir.
- Veraset Anlayışı: Tahtın babadan oğula geçmesi, bu mülkiyet anlayışının doğal bir sonucuydu. Eğer hükümdarın erkek çocuğu yoksa, kızları ya da yakın akrabaları arasında taht kavgaları yaşanabilirdi. Bu, devleti bir hanedanın "işletmesi" gibi görmekten kaynaklanıyordu.
Bu dönemde, "devlet" kavramı bugünkü gibi soyut ve kurumsal bir yapıdan ziyade, hükümdarın şahsıyla özdeşleşmişti. "Fransa" demek, o anki Fransa Kralı'nın ve hanedanının sahip olduğu topraklar ve insanlar demekti.
2. Gelir Kaynakları ve Vergilendirme: Hükümdarın Kişisel Kasası
Bu mülkiyet anlayışının pratik sonuçlarından biri de devlet gelirlerinin hükümdarın kişisel kasasına akmasıydı. Vergilendirme, ülke arazisinden elde edilen kira geliri gibi düşünülürdü. Hükümdar, savaş masraflarını, saray harcamalarını, hatta kişisel lükslerini bu gelirlerle karşılardı.
- Örnek: İngiltere'de Norman Conquest Sonrası: 1086'da tamamlanan Domesday Kitabı, Fatih William'ın İngiltere'deki tüm toprakları ve gelirlerini kaydetmek için yaptırdığı bir sayım defteriydi. Bu kitap, kralın ülkeyi kendi kişisel mülkü olarak gördüğünü ve üzerindeki her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek istediğini gösterir. Amacı, vergileri ve feodal yükümlülükleri daha etkin toplamak, yani kendi "gelirini" artırmaktı.
- Saray ve Devlet Arasındaki Ayrımın Olmaması: Modern devletlerde, devlet bütçesi ile kişisel servet arasında net bir ayrım varken, bu dönemde böyle bir ayrım yoktu. Hükümdarın borçları, devletin borçlarıydı; hükümdarın zenginliği, ülkenin zenginliğiydi. Bu durum, zaman zaman hükümdarların kişisel çıkarları uğruna ülkeyi savaşa sürüklemesine veya halka ağır vergiler yüklemesine neden olmuştur.
Bu sistemde, halkın devlete karşı bir vatandaşlık bilinci veya hak talebi değil, hükümdara karşı bir bağlılık ve itaat yükümlülüğü vardı. Vergiler, bir hizmet karşılığı değil, hükümdarın "hakkı" olarak görülürdü.
3. Toprakların Paylaşımı ve Evlilikler: Hanedanlar Arası İlişkiler
Ülkenin hanedanın malı sayılması, uluslararası ilişkileri de derinden etkilerdi. Diplomatik ilişkiler, günümüzdeki gibi ulusal çıkarlar yerine, hanedanların çıkarları ve akrabalık bağları üzerine kurulurdu. Evlilikler, toprak kazanmanın veya kaybetmenin en önemli yollarından biriydi.
- Örnek: Habsburg Monarşisi'nin Genişlemesi: Habsburg Hanedanı, yüzyıllar boyunca evlilikler yoluyla Avrupa'nın büyük bir bölümünde toprak sahibi oldu. "Savaşla elde edemediklerini evlilikle elde ettiler" sözü, bu stratejiyi çok iyi özetler. Avusturya, İspanya, Hollanda ve hatta bazı dönemlerde Kutsal Roma İmparatorluğu'nun büyük bir bölümü, bu hanedanın "ortak malı" gibiydi.
- Sınırların Belirsizliği: Ülkenin hanedanın mülkü olması, sınırların bugünkü gibi net ve kalıcı olmamasına yol açtı. Bir evlilik, bir miras veya bir savaş sonucu sınırlar sürekli değişebilirdi. Haritalar, hanedanların topraklarını gösterir, ulusların sınırlarını değil.
Bu durum, ulus devlet anlayışının gelişmesiyle birlikte değişmeye başlamıştır. Fransız Devrimi gibi olaylar, hükümdarın değil, halkın ve ulusun egemenliğini vurgulayarak bu eski anlayışı kökten sarsmıştır.
4. Modern Ulus Devlet Anlayışına Geçiş: Mülkiyetten Egemenliğe
Bu "ülkenin hükümdar ve ailesinin ortak malı sayılması" anlayışı, zamanla yerini modern ulus devlet anlayışına bırakmıştır. Bu geçiş, uzun ve sancılı bir süreç olmuştur.
- Fransız Devrimi'nin Rolü: 1789 Fransız Devrimi, "mülkiyet" yerine "egemenlik" kavramını ön plana çıkarmıştır. Egemenlik, artık kralda değil, ulusta yani halktaydı. Bu, devletin bir hanedanın malı değil, tüm vatandaşların ortak değeri olduğu fikrini yaymıştır. "Fransız ulusu" kavramı, "Fransa Kralı'nın toprakları" kavramının yerini almıştır.
- Anayasaların Yükselişi: Anayasalar, hükümdarın yetkilerini sınırlayarak ve halkın haklarını güvence altına alarak bu değişimi pekiştirmiştir. Artık hükümdar, ülkenin sahibi değil, anayasa ile yetkilendirilmiş bir yöneticisiydi. Devlet bütçesi, parlamento tarafından onaylanmaya başlandı.
- Vergilendirmenin Amacı: Günümüzde vergiler, hükümdarın şahsi kasasına değil, kamu hizmetlerinin finansmanına yönelik toplanır. Hastaneler, okullar, yollar gibi kamusal faydalar için kullanılır. Bu, mülkiyet anlayışından hizmet anlayışına geçişin en somut göstergesidir.
Özetle, "ülkenin hükümdar ve ailesinin ortak malı sayılması" ifadesi, tarihin belirli bir dönemindeki yönetim ve mülkiyet anlayışını yansıtır. Bu anlayış, günümüzdeki ulus devlet, vatandaşlık ve kamu hizmeti kavramlarından çok farklıdır. Tarihi anlamak, bugünkü sistemlerin neden ve nasıl ortaya çıktığını kavramak için bu tür eski anlayışları bilmek önemlidir.