Türkiye 2 Dünya Savaşı sırasında nasıl bir dış politika izledi?
Türkiye'nin İkinci Dünya Savaşı'ndaki Dış Politikası: Belirsizliğin Ortasında Denge Oyunu
İkinci Dünya Savaşı, neredeyse tüm dünyayı kasıp kavururken, Türkiye'nin konumu oldukça stratejik bir noktadaydı. Zaten zorlu bir Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, yeni bir devlet kurmuş genç bir cumhuriyetti. Deneyimlerime göre, bu dönemdeki dış politikayı anlamak için en önemli şey, Türkiye'nin o günkü kırılganlığını ve hayatta kalma mücadelesini göz önünde bulundurmaktır. Asıl amaç, ülkeyi yeni bir savaşa sürüklemeden, kendi çıkarlarını en iyi şekilde koruyarak bu çalkantılı dönemi atlatmaktı.
Coğrafyanın Getirdiği Zorunluluklar: Tarafsızlık İlkesi
Türkiye'nin dış politikasının temel direği, savaşın başlamasıyla birlikte ilan edilen tarafsızlık ilkesiydi. Bunu neden yaptığını düşünürsek; bir yanda Almanya ve müttefikleri, diğer yanda ise İngiltere ve Fransa, Sovyetler Birliği gibi devasa güçler vardı. Bu güçlerin ortasında, henü tam anlamıyla oturmuş bir orduya ve ekonomiye sahip olmayan Türkiye'nin doğrudan bir tarafta yer alması intihar olurdu.
* İngiltere ve Fransa ile İlişkiler: Türkiye, savaşın hemen başında İngiltere ve Fransa ile bir "Üçlü İttifak" imzalayarak aslında Batı bloğuna yakın bir duruş sergilemişti. Ancak bu ittifak, savaşa doğrudan katılma yükümlülüğü getirmiyordu. Bu, hem İngiltere ve Fransa'yı yanına çekmek hem de Almanya'yı doğrudan kışkırtmamak için ustaca bir adımdı. 1941'de Almanya'nın Sovyetler Birliği'ni işgale başlamasıyla bu ittifakın bağlayıcılığı daha da azaldı.
* Almanya ile İlişkiler: Almanya da Türkiye'nin tarafsızlığını sürdürmesi konusunda ısrarcıydı. Almanya, Türkiye'nin kendi tarafında savaşa girmesini istiyordu ancak bunu zorla değil, daha çok ikna ve baskı yoluyla yapmaya çalışıyordu. Örneğin, 1941'de imzalanan "Türk-Alman Dostluk Anlaşması" da bu baskı ve dengeleme politikasının bir parçasıydı. Amaç, Almanya'ya karşı tam bir cephe açmadan, ekonomik ve askeri yardım vaatleriyle ülkeyi güvende tutmaktı. Hatta savaşın sonlarına doğru, 1945'in başlarında, Türkiye'nin Almanya'ya savaş ilan etmesi bile, savaş sonrası oluşacak yeni dünya düzeninde yerini garantilemek ve Müttefikler nezdinde itibarı yüksek tutmak içindi. Bu, aslında sembolik bir karardı.
Ekonomik ve Askeri Yük: Ülkenin Durumu
Savaş yıllarında Türkiye ekonomisi oldukça zor durumdaydı. Ülke, halkı silahlandırmak için gerekli malzemeleri yeterince üretemiyordu. Bu yüzden, dış yardımlar kritik önem taşıyordu.
* Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere'den Yardım: ABD ve İngiltere, Türkiye'nin tarafsızlığını sürdürmesi ve stratejik konumunu koruması için "Lend-Lease Yasası" kapsamında Türkiye'ye önemli miktarda askeri ve ekonomik yardımda bulundular. 1941-1945 yılları arasında Türkiye'ye verilen yardımların toplamı yaklaşık olarak 100 milyon Amerikan doları civarındaydı. Bu yardımlar, Türkiye'nin savunmasını güçlendirmesine ve ekonomisini bir nebze olsun ayakta tutmasına yardımcı oldu.
* Savunma Harcamaları: Savaşa fiilen katılmasa da, Türkiye savunma harcamalarını ciddi şekilde artırdı. Bu, hem olası bir saldırıya karşı hazırlıklı olmak hem de müttefiklere karşı olumlu bir imaj çizmek için gerekiyordu. Orduyu güçlendirme çabaları ve sınır güvenliği büyük önem taşıyordu.
Diplomasinin İncelikleri: Denge ve Akılcı Yaklaşım
Türkiye'nin dış politikası, her iki tarafla da açıkça düşmanlık kurmadan, denge politikası izlemek üzerine kuruluydu. Bu, diplomasi sanatının en önemli örneklerinden biriydi.
* Savaş Karşıtlığı ve Halkın Duyguları: Halkın büyük çoğunluğu savaştan bıkmıştı ve daha fazla kayıp yaşamak istemiyordu. Hükümet de bu kamuoyu baskısını göz önünde bulundurarak hareket ediyordu. Savaş yıllarında ekmek karneyle dağılıyor, karartma uygulamaları yapılıyordu. Bunlar, halkın savaştan ne kadar uzak durmak istediğinin somut göstergeleriydi.
* Savaştan Sonraki Konum: Türkiye'nin savaştan fiilen uzak durması, savaş sonrası oluşacak yeni uluslararası düzende yerini sağlamlaştırmasına yardımcı oldu. Özellikle 1945'te Birleşmiş Milletler'in (BM) kuruluşuna öncülük edenler arasında yer alması, bu stratejik tercihin bir sonucuydu. BM'ye katılma hakkı kazanmak, Türkiye için önemli bir uluslararası prestij ve güvenlik artışı anlamına geliyordu.
Eğer sen de böyle karmaşık bir dönemde ülkenin başında olsaydın, muhtemelen aynı stratejiyi izlerdin. En önemli derslerden biri şudur: Diplomasi ve dengeli bir yaklaşım, en zorlu koşullarda bile bir ülkenin hayatta kalmasını ve çıkarlarını korumasını sağlayabilir. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı gibi küresel bir felaketin ortasında, ne pahasına olursa olsun ülkesini savaşın yıkımından koruyarak, akılcı bir dış politika izlemiştir. Bu, gelecek nesiller için önemli bir ders niteliğindedir.