Jean Jacques Rousseau hangi egemenlik türünü savunmuştur?
01.03.2025 1 görüntülenme Son güncelleme: 23.03.2025
Rousseau denildiğinde akla ilk gelen kavramlardan biri "halk egemenliği"dir. Aydınlanma Çağı'nın bu önemli düşünürü, monarşi veya aristokrasi gibi geleneksel yönetim biçimlerine karşı çıkarak, egemenliğin kayıtsız şartsız halka ait olması gerektiğini savunmuştur. Peki, Rousseau'nun halk egemenliği anlayışı tam olarak ne anlama geliyor? Rousseau'ya göre, egemenlik devredilemez ve bölünemez bir bütündür. Bir başka deyişle, iktidarın bir kısmını temsilcilere devretmek veya farklı organlar arasında paylaştırmak, halkın egemenliğini zedeler. Esas olan, tüm toplumun ortak iradesinin yansıması olan yasaların, doğrudan halk tarafından yapılmasıdır. Rousseau, bu idealini "Toplum Sözleşmesi" adlı eserinde detaylı bir şekilde açıklamış ve meşru bir devletin ancak bu şekilde kurulabileceğini ileri sürmüştür. Rousseau'nun halk egemenliği anlayışı, modern demokrasilerin temelini oluşturmuştur. Günümüzde temsilî demokrasilerde halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yasalar yapılsa da, halkın referandum gibi yöntemlerle doğrudan karar alma süreçlerine katılımı, Rousseau'nun fikirlerinin bir yansıması olarak görülebilir. Onun savunduğu doğrudan demokrasi idealini tam olarak gerçekleştirmek günümüzün karmaşık toplumlarında zor olsa da, halkın iradesinin her zaman en üstün tutulması gerektiği düşüncesi, demokrasi anlayışımızın vazgeçilmez bir parçasıdır. Sonuç olarak, Jean Jacques Rousseau, halk egemenliği ilkesini savunarak, siyaset felsefesine önemli bir katkıda bulunmuş ve modern demokrasilerin gelişimine yön vermiştir. Onun fikirleri, günümüzde de siyasi tartışmaların merkezinde yer almaya devam etmektedir.